Tuhaf coklu, göreceli bir kavram. Yere ve zamana göre degisen, adeta yasayan bir kelime. Icinde yadirgamayi, önyargiyi, sevgisizligi ve saskinligi tasiyor. Bu yüzden tuhaf sayanin bakisi tuhaf oluyor, tuhaf gözle bakilan tuhaf kaciyor, belki de tuhaf bakan kisi bir tuhaflik tasiyor...
Tuhaflik nerede baslar, nerede biter Siniri var mi Neye, kime göre tanimlanir tuhaflik Tuhaf demek, baska demek midir Bu kavram gittikce ötekilesiyor. Oysa tuhaflik, bir nevi ele avuca sigmazlik, farklilik, belki biraz derinlik ya da istenmeyenden kacma istegine dayanan farkindalik...
Fulya Bayraktar, öyküleri yoluyla Bana Öyle Tuhaf Bakma derken tuhafligi, birbirimizi dinlemeye, anlamaya bir yol acmanin döseme tasi olarak kullaniyor. Tuhafamaneden de diyor öykülerinde, amalari, nedenleri kullanmadan farkliliklari, baskaliklari kabullenmenin bir yolu olmasi gerektigini de hissettiriyor. Cünkü olagan hayatlarin icinde siradan günler yasayan insanlarin ufacik fark edisleri, kücücük isyanlari, sessiz serzenisleri bile onlari tuhaf yapmaya yetiyor. Oysa tuhaf da insan cografyasinda bir ülke. Öykülerde, tuhaf görünmekten cekinen, cekinmeyip olabilecekleri göze alan, bozkirin sikici yasamina sigamayan insanlarina dokunuyoruz.
Fulya Bayraktar, gri bir kentin bürokratik, soguk ve boguk atmosferinde, istemedikleri bir yasam süren, cogu kez de bunun farkinda olan insanlari anlatiyor. Her biri bize tanidik gelen kahramanlarina, Bana Öyle Tuhaf Bakmayin dedirtiyor. O anda biz tuhaf gözlerle bakiyoruz onlara... Cünkü yazar bize ricasini tersinden sunuyor.